Saçlarımda ak, gözlerimde yaş, artık Cengiz Baba’yım
Yılların eskitemediği tam tersine efsaneleştirdiği, arabesk müziğin güçlü sesi Cengiz Kurtoğlu, “İstanbul’a bugün gelsem benden hiçbir şey olmazdı. Şimdiki gençlik sözlerimin altında ezilir” diyor. ‘Cengiz Baba’ ile müziğini ve yaşamını damardan konuştuk
Arabesk ve fantezi müziğe bir dönemler damga vuran isimlerden Cengiz Kurtoğlu. Esen Müzik etiketiyle çıkan 27. albümü Saklı Düşler de yine tarzını sürdüren sanatçı acıklı sözlerinin nedenini çektiği çilelere bağlıyor. Ama ne çileler! Yeşilçam filmlerine bile taş çıkartacak bir hayat yaşayan Kurtoğlu yeni gençliğin sözleri altında ezileceğini ifade ediyor. Müzik yaşamında 30 yılı geride bırakan ‘Yaşayan Efsane’ ile her telden çaldık.
– Önce geçmişe gidelim. Babanız öldüğünde ayakkabısının bağcığı bile yokmuş. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, yokluk içinde miydi?
– Çocukluğum yokluklar ve çaresizlikler içinde geçti. Rahmetli babamın Kadıköy- Pendik hattında bir minibüsü vardı. Annem, babamı ve biz dört kardeşi ortada, sokakta bırakarak terketti. Başımıza aynen Yeşilçam fimlerindeki gibi bir üvey anne geldi.
– Tam bir üvey anne sendromu yani!
– Aynen. Soğuk odalar, yemeksiz günler… Onun yanında 19 yaşına kadar koltuğa arkamı yaslayıp oturamadım hiç. Sokakta biz misket oynarken, evdeki bütün eşyaları toplayıp o da kaçtı. 68’de tekrar Artvin’e döndük. Babam üvey annemle yeniden evlendi. Sobalı odada oturturmuyordu hiçbirimizi. Hepimizden nefret ediyordu. İlkokul, ortaokul derken biz lisede 1970’lerde Ciha Dağı Efsanesi diye bir grup kurduk, Ağrı Dağı Efsanesi’nden araklama oldu biraz. Düğünlerde Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar gibi rock sound şarkılar söylüyorduk. Daha sonraki yıllarda Ferdi Özbeğen’i dinlemeye başladım. Tarzımı o sayede edindim. Askerde orduevinde davul ve klavye çaldım. ‘Cengiz Kurtoğlu Üniversitesi’nde yetiştim yani. Askerden önce evlenip bütün kardeşlerimi yanıma aldım. Burada ağzıma bir lokma atıyorsam aynı lokmayı memlekette yaşayan abim ve kardeşime de yediririm.
– İstanbul macerası nasıl başladı peki?
– Ne büyük kısmet ki ilk gezdiğim Tarabya’da başladım müzik hayatıma. Oraya ilk gittiğim de ödüm kopmuştu. “Burası çok sosyete bir yer, burada bizi yaşatmazlar” diye düşündüm. Neon ışıklarla Ümit Besen, Arif Susam, Nejat Alp yazıları… Sezen Aksu’nun adını görünce geri dönüyordum. Ekmeğimin, beyaz peynirimin peşindeydim. Derken sandviç yemeye başladık. (Gülüşmeler)
– Havyara sıçramadınız mı?
– Yok havyara sıçramadım. Ara sıra hediye getirdiklerinde yiyorum. İlk zamanlarda belediye otobüsüyle gidiyordum konsere. Otobüste tanıdılar, hava atayım diye inip taksiye bindim. En son parayı da taksiye verdim haliyle.
– Nasıl keşfedildiniz peki İstanbul müzik okyanusunda?
– Memlekette Rize Pazar’daki kaset satış mağazasında bir kasete, klavye ile Ferdi Özbeğen, Ümit Besen şarkıları doldurmuştum. Mecidiyeköy’de bir akrabamın kaset satış mağazası vardı. O dönem müşteriler sevdiği sanatçıların şarkılarından seçme yapıp sipariş ederdi. Sürekli benim kaseti çaldığı için “Bu kim?” diye soranlara “İşte bu arkadaş” diyordu. O kaset çoğala çoğala Şahin Özer’in eline geçiyor. Ve bizim macera başlıyor.
– Müzikte malum ‘baba’ payesi var. Siz kendinizi tanımlarken hep ‘Cengiz Abiniz’ diye söz ediyorsunuz. Hangisini kendinize daha çok yakıştırıyorsunuz?
– Geçen 30 yılın ardından babalığa döndü bu iş. Saçlarımda beyazlar, gözlerimde yaşlar, artık Cengiz Baba’yız yani. Üç torunum var, babalığı bırakın dede oldum ben.
– Babanız şimdi bu halinizi görse ne derdi?
– Gurur duyardı. Çünkü mesleğin içine girdiğimiz zaman şaşırmadık. 30 yıldır gece alemindeyim, ama ailemle hiçbir mahcubiyet yaşamadık.
– Fadime yengemiz hiç bozuk atmadı yani size?
– Fadime yengemizi Allah başımızdan eksik etmesin. Tarabya yıllarında, genç kızlar resimler, notlarla arkadaşlıklar teklif ederdi. Ama evimizin adresini bildik. Şükürler ederdim eve girdiğim zaman.
– Sevenlerinizin sizi ‘Yaşayan Efsane’ diye nitelemesi yaşlı birisi olduğunuzu mu hissettiriyor?
– Sorumluluk ve 30 yıldır beni sahiplendiklerinin bir göstergesidir. Cengiz Baba efsanesi bana büyük bir lütuf. Buna layık olmak için kendi hayatımı hep disipline ettim.
– Dinleyici kitleniz artık daha olgun bir yaş skalasında mı?
– Boğaz’daki tavernalar bitti. Konserlere gidiyorum, en güzeli halk konserleri. Tercih etmediğim hiçbir yerde sahne almıyorum. Bu dünyada menfaat, tehdit çok. Abilerimin önünde önümü ilikledim ama zırzopların önünde dik durdum hep. Şarkı söylerken “Atın bu masayı” dediğim zamanlar oldu. Yakamı paçamı kaptırsaydım, 20 senedir memlekette yaşıyor olurdum.
– Nedir sahne alma kriteriniz?
– Eskiden 21’de başlardı müzik, 01’de biterdi. Şimdi gece 02’de başlıyor. Bu saatte konserin başladığı bir yere nasıl aileyi davet edeyim? Çıktığım yerde müşteriye giden hesaba karışırım. Ben paramı kazanabilirim ama beni dinlemeye gelenlere hesapta kazık atılırsa bir daha sahne almam. Ailelerin gelebilmesi, mekanın nezihliği önemlidir. Oturur personeli ile konuşurum, her şeyi incelerim.
BİZİ MİNİBÜSCÜLER VE TAKSİCİLER YÜCELTTİ
– Minibüslerde çok dinleniyordunuz. Minibüste müzik çalınmasının yasaklanması düşürmüş müdür satışlarınızı?
– Tabii düşürmüştür ya. Bizleri minibüscüler ve taksiciler yüceltti. Hem minibüscülük baba mesleğidir. Bu alemin üstünü de tanımam zaten, tabanını tanırım. Bizim raconumuz bu.
– Sizin simsiyah saçlar nasıl oldu da böyle kısa sürede beyazladı?
– Sorumluluktan, bütün dertleri yalnız çekmemden kaynaklanıyor. Üzüntümü, gözyaşlarımı hep kendi kendime yaşadım. Kimseyle paylaşmadım.
– Magazinden hep uzak durdunuz. Sebep?
– Magazini hiç sevmedim. Magazini yaşayan insanlar, magazinle bir yere geldiler. Ben de öyle gelseydim, o girdabın içinde olurdum. Gazetelere yansıyan pembe sayfalara bakınca “Vay anasını nasıl bir dünyadır bu?” diyorum. O ondan ayrılıyor, o onun arkadaşıyla iki ay sonra evleniyor. Bu bir kere bizim aile yapımıza, adetlerimize ters. Bakma böyle göbekli olduğuma ben de gençliğimde yakışıklıydım, bekar olsaydım ben de o çukurun içine düşerdim. Her hafta evlenirdim yani!
-Pişmanlığınız var mı geçmişe dair?
– Hayır hiçbir pişmanlık yok. Ben artık mesleğimin keyfini yaşıyorum.
– Bir çok sinema filminde de rol aldınız. Umduğunuzu buldunuz mu?
– Yok onlar bir şakaydı. Hata içinde hata, şaka, kaza, bela… Yıllar önce çok kaset satanlara film çekerlerdi. Para kazanalım düşüncesiyle yapılan basit basit işlerdi. Yedi sinema filmi çevirdim, hiçbirisinde konu yoktu. İzlesen, gülmekten ölürsün abi. (Gülüşmeler) Bir tanesini oynamadım, yarım bıraktım zaten.
İNTERNETTEN HAKARET EDENLERİ BULSAM KAFASINI KIRARIM
– Tayyip Erdoğan başbakan iken Dolmabahçe’deki sanatçı buluşmasına katıldınız. Davete katılanlara yönelik linç girişimine ne dersiniz?
– Çok ayıp ve utanç verici olaylar. Ailemin büyüğü olarak gördüğüm bir değerdir Tayyip Erdoğan. İnanılacak, güvenilecek ve ardından koşulabilecek bir delikanlıdır o. Daha önce arkasından konuşan insanlar da Dolmabahçe’ye gitti. O arkadan konuşanlar dışarı çıktığında başka bir sevgisi doğdu. Sosyal medyada atışmalar, hakaretler oldu bize karşı. Şimdi biz tek tek gidip o adamları bulup kafalarını gözlerini mi kıralım kardeşim? Bu onur kırıcı, şerefsizce bir şey.
– Cevap veriyor musunuz?
– Ben ona internette cevabını vermem ki? Adresini bulup kafasını kırarım. Biz böyle bakıyoruz, benim delikanlılığım bu. Kaç tane hükümet, başbakan, cumhurbaşkanı gördüm, hepsini de resimlerde gördüm sadece. Tayyip Erdoğan’ın elini sıkmışım ya, bana omuz atmış. Niye kötü düşünüyorsunuz bu adam için? Bu yalakalık değildir, ülkeye fayda getirmiştir ve getireceğine de inandığımız için seviyoruz. Karşı olan bazı sanatçılar sonra toplantıya gelip elini öpmeye çalışıyor. – Siyaset düşünceniz var mı? – Vardı ama şimdilik yok. Ama işaret gösterilirse seve seve o sevdayı yaşarım. Meclis’in abisi, kardeşi olurum. Şimdi bile gönüllü olarak siyaset yapıyorum. Memleketimden gelirken ceplerim not kağıtlarıyla dönerim.
Röportaj: H. Salih Zengin
Kaynak: Sabah